Cumartesi sabahı demir alıp genel olarak Culatra olarak bilinen bölgeye giriyoruz. Uyarılar yerindeymiş, kanalda akıntı 3 knotlara kadar çıkıyor. Ama bu saatte lehimize.
Culatra bu kocaman lagünün önündeki adanın ismi. Çoğu tekne bu adanın içine demirlediği için yelkenciler arasında öyle anılıyor. Kara tarafında iki büyük yerleşim Faro ve Olhao.
Çok acayip bir alan. Hele bizim gibi gel-gite yabancı Akdenizliler için. Evet, üç senedir limanlarda her gün iki metreye kadar inen çıkan iskelelere alıştık, ama orada gördüğümüz hep dikey bir hareketti. Burada çok büyük bir alan tam deniz yüksekliğinde ve süreki su altına girip çıkıyor. Her altı saatte bir adalar boyut değiştiriyor, hatta bazıları batıp batıp çıkıyor. Sabah denize sıfır, yalı görünümlü evler, öğlen döndüğümüzde 50 metre içeride kalmış. Botla şurdan geçer miyiz diye baktığımız yerde birkaç saat sonra birileri köpek gezdiriyor. Hatta bunu fırsat bilen bazı katamaranlar ve çift salmalılar su derinken teknelerini kumsallara oturtuyorlar. Su çekildiğinde teknenin altındaki işlerini rahatça hallediyorlar. Etrafta batıp çıkan şeylerden birisi de istiridye çiftlikleri. İlk geldiğimizde anlam veremiyoruz; az önce demir attığımızda orada olmayan ama şimdi su yüzüne çıkmış devasal batık gibi şey de ne öyle! Sonra Faro'ya giderken feribotta tanıştığımız alarga komşumuz Eric anlatıyor, meğer bunlar istiridye çiftlikleriymiş. Seviyorsanız mutlaka deneyin burada istiridye diyor Eric, taze taze:)
Kanallar labirent gibi, ama çok iyi işaretlenmiş, seyirde bir sıkıntı yok. Biz yine de Culatra önündeki demir alanında kalıp, Faro ve Olhao'ya feribotla gitmeyi tercih ediyoruz. İki şehrin önündeki alarga alanları pek sevimli değil.
İkinci gün botla Culatra kasabasına iniyoruz. Eski ve geleneksel bir balıkçı kasabası. Artık muazzam turist alıyor, ama çoğu günübirlik gelenler. Ruhundan pek birşey kaybetmemiş. Turistler de yemek dışında kasabada pek takılmıyor zaten, hemen 15 dakika yürüyerek güneyde, okyanus tarafındaki plaja geçiyorlar.
Bir gün Culatra'dan feribotla Faro'ya geçiyoruz. Bu bölgenin büyük şehri. Uluslararası havalimanı burada, zaten tepemizden sürekli uçaklar iniyor. Açıkcası şehrin uzaktan görüntüsü sevimli değil. Plaza görünümlü yüksek binalar filan. Biraz ayak sürüyerek gidiyoruz. Ama eski şehir merkezi gayet güzel korunmuş. Dar sokaklar, desenli parke taşlı kaldırımlar, keyifli restoranlar...
Ertesi gün ise Olhao... Burası da şaşırtıyor. Liman tarafı sanki sadece turistlere yönelik kurulmuş, onları adalara aktarma merkezi gibi duruyor. Feribotlar, deniz taksiler, tur tekneleri... Fakat arkadaki sokaklara dalınca yine eski ruhunu korumuş, çoğu trafiğe kapalı sokaklarla karşılaşıyoruz. Bir kısmında restoran ve dükkanlar açılmış, ama önemli bir kısmında kendinizi 60'ların Portekizinde hissediyorsunuz.
Bir gün de yürüyerek Culatra plajından Farol adası plajı arasında sahil boyu git gel yapıyoruz (Bu iki kasabaya ismen (İlha da Culatra- İlha do Farol) ayrı ada muamelesi yapıyorlar, ama aslında öyle değil, aynı delta adacığının ortasında Culatra var, batı ucuna ise Farol adası diyorlar!) İki plaj arası da şahane kumsal, ama insanlar genelde kasabaların önlerindeki plajları tercih ediyorlar. Aradaki boşlukta biraz yürümeyi göze alanların tek tük şemsiyeleri var o kadar. Çok keyifli iki saatlik bir yürüyüş oluyor. Farol tarafına yürümüşken oradaki kasabayı da dolaşıyoruz. Culatra daha balıkçı kasabası tadında. burası ise daha yazlıkçı (airbnb mod) görünüyor. Evler ve bahçeler daha bir bakımlı, son derece sevimli bir yer.
Restoranlardan çok bahsetmiyoruz, ama Olhao'dakini anlatmamız lazım. Menüde tek kalem var: Yiyebildiğin kadar ızgara balık! Sadece içeceğini sipariş ediyorsun. Biraz patates, salata filan da getiriyorlar. Mangal, masaların hemen yanında. Pişirdiklerini bi tepsiye koyup masalara dağıtıyorlar, herkes istediği balıktan istediği kadar alıyor. En az bi 7-8 çeşit balık var. Hatta ızgaracı genç her seferinde başka cins bir balık tattırmaya çalışıyor. Onu da çöp tabağınızdaki kılçık ve artıklara bakarak yapıyor; ''Hımm evet a, b, c yemişsiniz bu sefer size x vereyim !'' gibsinden. Hoş Cem her seferinde minik kalamarları kapmayı başarıyor bir şekilde:) Ama hepsi de çok lezzetli getirilenlerin. Daha aç gelmediğimize pişman oluyoruz. (Hesap da Avrupa'da pek alışık olmadığımız tarz. Masaya gelip "Ne vardı sizin abi" dİyor restoranın sahibi resmen.)
Pazar sabahı bir haftadır durduğumuz yerden demir alıyoruz. Zincir ve çapa tamamen çamur kaplı. Deniz suyu pompasına hortum bağlayıp yıkayarak almak zorunda kalıyoruz. Yoksa ırgat batacak. İnsanlar teknelerini burada alargada bırakıp birkaç haftalığına memleketlerine gidiyorlar. Neye güvendikleri belli.
Kanaldan çıkışı akıntının yine leyhimize olacağı saatlere denk getirdik. Ama bu sefer tam girişteki manzara gerçekten ürkütücü, giriyor olmak istemedik. Akıntının dışında, bir de derinlik 40 metrelerden 10 metreye düşüyor. Açıktan gelen dalga ile, içrerden çıkmaya çalışan akıntı tam burada çarpışık acayip karışık bir deniz oluşturmuş. Biz arkamızdan gelen akıntı ile 6-7 knot hızla geçiyoruz bu alanı, ama karşıdan gelsek iyi ihtimal 2 knot filan, fena dayak yiyeceğiz.
Niyetimiz yine mendirek yanında demir atıp bir kahve içmekti, ama gece boyu hafif güneyi havanın bıraktığı ölü dalgalar var. Pek rahat güzükmüyor. Pas geçip Tavira'ya yöneliyoruz.
Geolocation
36.998050863733, -7.8414925508081
 
Add new comment